TÜRKİYE CANIM FEDA

   
  ATiB HÖCHST MEVLÂNA CAMii
  Ihsan Öner
 

Avrupa’daki Geleceğimizi Düşünürken...

                                               İhsan Öner

 

Düşünüyorum ve oturup kalkıp hep düşünüyorum. Şu Avrupa’daki elli yıllık geçmişimizi, bugünümüzü, geçmiş ve günümüze bakarak geleceğimizi düşünüyorum. Çeyrek asır ve dört nesil.... Köyünden kasabasından çıkarak, hayatında ilk defa gurbeti askere giderken yaşayan Anadolu delikanlıları dili, dini ve yaşantısı kendisinden çok farklı olan bu diyarlara birkaç yıl sonra dönmek üzere geldiler.

Onlara hiçbir şey anlatılmadı.... Gönderenler onları, “herkes kendi başının çaresine baksın” hesabı, attılar bir okyanusun içerisine. Yüzme bilip bilmediklerini soran olmadı onlara. Getirenler de onlara, sadece işgücü gözüyle batılar. Artık bundan sonra onların kaderi geldikleri ülkenin işverenlerinin elindeydi. Ancak işaretlerle anlaşabilen onlara, lisan öğreten de olmadı. İnançlarına ve kendi kültürüler değerlerine göre yaşayacakları ortam onlara hiç sunulmadı. İşçi yurtlarında kaldılar, gece gündüz demeden dört vardiya çalıştılar ve terlerini akıttılar geldikleri ülkelerin kalkınması, bugünkü seviyelere gelebilmesi için.

Zordu gurbet; lisanını konuşamıyor, söylenen herşeyi yapıyor, vatana, anaya, babaya eşe-dosta, çoluk-çocuğa hasret, içi kan ağlayarak çalışıyor, çalışıyordu... Ne zordu gurbet; ezan sesi duyamıyor, televizyon yok, radyo yok, cami, mescit yoktu... Türk malı satan bakkal yok, memlekete telefon edecek bugünkü gibi iletişim imkânı yok. O, sevgisini, meramını, hasretliğini seslendirecek sarı telli bir sazın sesine de hasretti şu gurbette. Velhasılı yoklar içinde yok olup giden o neslin tek tesellisi, o günün şartlarında iki ayda bir sevdiği diyarlardan ve sevdiklerinden eline ulaşan mektuptu. Günler, aylar, yıllar geçiyordu ama o dönmek istese de dönemiyordu. Evdeki hesap çarşıya uymamıştı bir kere...

Her akşam “Köln Radyosu” adını verdikleri WDR’den Türkçe yapılan yayınlar ve Alman televizyonu ZDF’de ayda bir yarım saat yayımlanan Türkçe televizyon proğramları, ilk gurbetçi kuşağın sabırla bekledikleri, dinlemekten ve seyretmekten vazgeçemedikleri yegane eğlence ve haber kaynaklarıydı. Alman arkadaşına bir sigara ikram ettiğinde avucuna on Pfennig sıkıştırılan Türk; “Bu da ne?” diye sorunca, Alman; “Senin verdiğin tek sigaranın parası” cevabını veriyordu. Gönlü zengin, gözü tok Anadolu delikanlısı, Alman’ın bu davranışını anlamakta zorlanıyor, kafa sallıyor ve tabii ki avucunun içine konulan parayı sahibine geri iade ediyordu. Kendisinin ekmek parası kazanmak için geldiği şu sanayileşmiş, kalkınmış, sözde medeni ve zengin Avrupa`lının, ikramdan, dostluk ve cömertlikten yana ne kadar fakir ve geri kalmış olduğunu bizzat tanıklık yapmıştı. Çantasındaki erzağından iş arkadaşına ikramda bulunduğunda da, karşılığında para teklifi yapan Alman arkadaşlarına gülüp geçiyor, anlamakta zorlandığının bir ifadesi olarak kafasını sallıyor ve “siz paradan başka birçey bilmez misiniz...” der gibi karşıdakinin gözlerinin içine bakar dururdu Anadolu delikanlısı.

Avrupa’daki Türk insanı hep uyumlu, söyleneni yapan, kanunlara ve geldiği ülkenin hayat tarzına saygılı kalarak bugünlere geldi. Geriye dönemeyeceğine kanaat getirince aile fertlerini de yanına almaya karar verdi. Kendi yarasını kendisinin sarması gerektiğine inandığından, dinî vecibelerini yerine getirebileceği mescitler, kültürünü yaşatabileceği dernekler açmaya yöneldi. Çok büyük fedakârlıklar yaparak, maddî ve manevî hiçbir yardımdan geri durmadı. Bütün zorluklarına ve yalnızlığına rağmen ne gönderene, ne de getirene sitem etti. Gün geldi, burayı da kendisine ikinci vatan olarak kabullendi.

Bir fincan kahveye kırk yıl hatır biçen bu milletin en büyük özelliği vefalı olmaktır. Bu düsturunu hiç kaybetmedi, yaşadığı ülkeyi benimsedi ve sevdi. Onun bu sevgisi ve muhabbeti hâlâ devam etmektedir. Ve ben düşünüyorum; elli yılımız böyle geçti... Geçmişi bu ülkelerde tertemiz olan, Anadolu tabiriyle, “kimsenin tavuğuna kış dememiş” bu insanlarımız, kendilerine geçmişte yapılanları ve bugün yapılmaya çalışılanları hak ediyor muydu? “Uyum”u ağızlarından düşürmeyenlere sormak lazım, uyumdan ne anlıyorsunuz diye. Eğer bu toplum içinde siz huzursuzluk yapıyor, kanunlara uymuyor, toplumun değerlerine saygı göstermiyorsanız; o zaman siz uyumsuzsunuz demektir. Fakat bizim için böyle bir durumun olduğunu hangi vicdan sahibi insan iddia edebilir? Bizim toplumun genelinde böyle bir durum asla söz konusu değildir. Avrupa toplumlarının sağduyu sahibi insanları da bu konuda bizden farklı düşünmüyorlar.

Avrupa’da Türklere ve diğer müslüman azınlıklara karşı oluşturulmaya çalışılan bu olumsuz, sevimsiz, hatta düşmanlığa varan tavrın sebebi nedir? Niçin hem Türk toplumunu, hem de brilikte yaşadığımız yerli toplum huzursuz edilmeye çalışılıyor? Elli yıllık Alman komşumun bana düşman gözüyle bakmasını gerektirecek hangi vidanî ve mantıkî sebepler olabilir? Son şikâyet mercii olan mahkeme, bir hukuk devleti olarak bilinen Almanya gibi ülkede benim kimliğimin bir parçası olan “sünnet”e getirdiği yasağın gerekçesine, en amiyane tabirle, kargalar bile gülüp geçiyor.

Almanya’da yaşayan bütün insanların güvenliğinden sorumlu olan Federal İçişleri Bakanı, ülkesinin müslümanlarını zan altında bırakacak, onları potansiyel terörist muamelesine tabi tutabilecek bir afiş kampanyasını başlatıyor. Bu kampanyayı başlatırken, toplumun her kesiminden ve hatta kendi partisinden bile karşı çıkanlar olmasına rağmen, inatla sözkonusu “kayıp (vermisst)” afiş kampanyasını sürdüreceğini söylüyor. Bu ülkenin müslüman bir vatandaşı olarak, İçişleri Bakanı’na kendi güvenliğim konusunda ne kadar güvenebilirim?

Benim inançlarımı aşağılayan, kutsal değerlerime hakaret eden filmler, karikatürlerin ardı arkası kesilmezken, bunu “fikir hürriyeti”yle izah etmek ne kadar inandırıcı olabilir.... Sizden farklı değerlere sahip toplumların inançlarıyla alay etmenin, onlara hakaretler yağdırmanın zihnî arka planında, düşünce özgürlüğünden ziyade, ancak İslâm’a karşı başlatılan yeni bir Postmodern-Haçlı zihniyetinin tezahürü olabilir.

Bütün bu menfiliklere rağmen, geçmişte olduğu gibi bugün de Avrupa’ya kendi medeniyet değerlerimizden vereceğimiz çok şeyler var. Kültürel zenginliklerimiz ve burada yetişen eğitimli nesillerimizle, yaşadığımız ülkelere taze kan ve yeni bir heyecan verebiliriz. Asla tahriklere kapılmayacak, oyuna gelmeyeceğiz. Bu ülkelerdeki sağduyu sahibi insanlarla, birlikte yaşamanın ve geleceği inşa etmenin temellerini de yine birlikte atacağız.

 
  Kac Kisi vardi Sitemde? 1 Besucher (3 Hits) brudaydi..  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden