TÜRKİYE CANIM FEDA

   
  ATiB HÖCHST MEVLÂNA CAMii
  Mahmut Askar
 

Bu Sesi Duy Türkiye: Kizgin ve Kirgin Nesiller

Avrupa’nın ileri sanayi toplumlarının içinde kendilerine hatırı sayılır yer edinmiş ve bulundukları yere kendilerini layık görmeyerek daha da iyi konumlara gelmek için canhıraş gayret sarf eden Türkler giderek artıyor. İşgücü göçüyle oluşan Avrupa Türklerinin şimdilik büyük kesimi, yerli topluma kıyasla alt katmanlarda olsa da, artık yerleşik bir hayat düzenine hem intibak etmiş, hem de benimsemiş durumdadır. Emek göçüyle oluşan Batı Avrupa Türkleri, tahlil edilirken gerçekçi ve bir o kadar da insaflı olmak gerekir. Kendilerinden her yönüyle çok daha iyi şartlarda olan yerli halkla ve aynı kültür havzasına dahil olan diğer Avrupalı göçmenler veya azınlıklarla değil de, dünü ve bugünü itibariyle kendisiyle kıyaslanmalıdır.

Bilinen ve bilinmeyen bütün menfiliklere rağmen, ağırlıklı Almanya olmak üzere, dünün “Misafir İşçileri”nin torunları akın akın Avrupa üniversitelerinin kapılarına çoktan beri dayanmış durumdalar. Daha şimdiden kız ve erkek onbinlerce yeni nesil Türk, Almanya, Avusturya, Hollanda, Fransa ve Belçika gibi ülkelerin üniversitelerinde tahsil görmektedir. Onların dedeleri ilk defa ülke dışına çıkarken, kendileri kadar, gönderen ve kabul eden ülkelerin yetkilileri de bu gidişin akibetini uzun boylu düşünmemişlerdi. Şimdi ise yarım asırlık bir tecrübeden hareketle, gelecek yıllar için orta ve uzun vadeli, “Avrupalı Türkler Projesi” üretilmelidir.

Dün geldiği ülkenin dilini bilmeyen, diplomasız Türklerin yerini, bugün doğduğu ülkenin dilini konuşan, diplomalı Türklerin aldığı hakikatı dikkate alınırsa, gelecek de ona göre tasavvur edilebilir. Dün, her halukârda Türkiye’ye her şeyiyle bağlı ve muhtaç olan vatandaşların yerini, bugün anavatanla yenivatan arasında gönül köprüsü kuran soydaşlar ağırlıklı olarak almaya başladı. Dünya vatandaşlığına namzet bu yeni nesil Avrupa Türkleri, bal arıları gibidirler: Hem çok verimli, hem de çabuk küserler. Ceplerinde dünyanın dört bir yanına vize engeline takılmadan gidebilecek pasaportları, geçerli meslek veya yüksek öğrenim diplomaları, ayrıca birden fazla lisan bilmeleri, onların dünya vatandaşlığını kolaylaştıran amillerin başında gelir.

Yurtdışındaki vatandaş veya soydaş konumundaki Türklere hizmet gayesiyle oluşturulan resmî müesseseler, işin ehli ve mesuliyetin idraki içinde olanlar tarafından değil de, belli bir siyasî veya ideolojik görüşe mensup insanların çöreklendiği makamlar hâline gelirse, yeşermeye başlayan umutlar bir daha canlanmamak üzere kurur. Ve bu kadrolar samimi olsalar da, konuya vakıf olmadıklarında, yurtdışındaki Türkler için proje üretme ve geliştirme ferasetine sahip olamazlar. Devletin kasasından beş kuruş dahi almadan ve devlet, onların eğitim ve öğrenimi için beş kuruş dahi harcamadan, Avrupa’nın en seçkin üniversitelerinde okumuş onbinlerce Avrupalı Türk, hem yaşadıkları ülke, hem de Türkiye için bulunmaz bir nimettir.

 

Dünyada çok az ülkeye nasip olabilecek böylesi bir insan hazinesinin farkında olmayan veya hakkıyla değerlendiremeyenler; Ankara’nın kendisiyle ceddeleşen kısır siyasetinden başını kaldıramayan bizim “başlar”dan başkası olamaz.

Bütün mesele; bu genç, dinamik akademik potensiyelin kıymetini bilmek; ona, kültürel bağları kadar gönül bağlarının da olduğu atayurdundan kulak kabartabilmek, el uzatabilmek; faydalı olabilmek ve ondan, hem ülke adına hem de yaşadıkları ülkelerle dostluğun daha da pekişmesi adına, faydalanabilmektir. Sözkonusu okumuş, eğitimli nesillere “faydalı olmak” ve “faydalanmak”tan kastı anlayabilmek için onları iyi tanımak gerek; hem de adamakıllı...

Onlar bazen deli çaylar gibi gümbür gümbür akar, bazen de “yatağına kırgın ırmaklar” gibi oluverirler. Verebilirseniz şayet, onlardan onbinlerce kültür elçisi olur. Ondan evvel esas mesele; içinde bulunduğumuz çağa daha başlamadan başlatılan “kültürler çatışması”nın ne kadar farkında ve idrakinde olduğunuz gibi, kendi külürünüzden haberdarlık derecesiyle de sonuna dek bağlantılıdır. İşin özü; kültürün verilebilmesinde saklıdır.

Verebilirseniz şayet, onlardan onbinlerce gönüllü lobiciler olur. Ağırlığı kadar para verdiğiniz ve üstelik lobicilik yapmaları için görevlendirdiğiniz adamlar(ınız)dan daha ağırlıklı olurlar hem de... Bütün mesele; sizin gönül verebilmekte ve gönül alabilmekteki maharet ve samimiyetinizle alakalıdır. İşin sırrı; gönül köprüsünü kurabilmekte gizlidir.

Onlar, deli çaylar gibi aktıklarında da tehlike var, yatağına kırgın ırmak gibi olduklarında da... Avrupa Türklerinin Avrupa’da yetişen nesillerini tehdit eden iki büyük tehlike var:

1.Kızgınlık

2.Kırgınlık.

Kızgınlık; dışlanmışlığın, ötekilenmişliğin, aşağılanmışlığın ifadesi, dışa yansımasıdır. Siz bu tavrı, bunların tamamına karşı çekilen bir protesto olarak da addedebilirsiniz.

Kızgınlık; esasen doğup büyüdüğü ülkenin onu kendinden görmediğinden ve değerler bazındaki farklılığını kabullenmediğinden dolayıdır.

Kırgınlık; anlaşılamamanın, şefkatsizliğin, beklentilerin boşa çıkmasının, sevgisizliğin, ilgisizliğin ve sahipsizliğin neticesidir.

Kırgınlık; kendisinden olanlara olduğu kadar onu kendisinden sayanlaradır ve adını koyamasa, meramını anlatamasa da o, aslında onunki gönül kırılmasıdır.

Bu nesil taşdığında, kendisiyle beraber etrafını da yıkar gider diye... ve bir de, bu nesil küstüğünde, mecrasını terk eder diye korkuyorum.

_______________________

 Sarışın, Hıristiyan Cihadist ve Anti-İslâm Terörist!       
                                                                                                                     

Alman tv kanallarının birini haber seyretmek için açtığımda, meşhur “Terör Uzmanı”yla yapılan söyleşinin tam ortasına rastladım. Norveç’te bombalar patlamış, insanlar ölmüştü. Olay henüz berraklaşmamış olmasına rağmen, hem terör hem de İslâm “Uzman”ı adam, kendinden son derece emin bir ifadeyle, bu işi “İslâmcılar”ın yaptığı kehanetinde bulunuyordu. Zaten olayla ilgili ilk görüntüleri görür görmez, her müslümanın aklına gelen şey benim de aklıma geldi: “Eyvah, inşallah müslüman değildir” dedim...

Zaman ilerledikçe onlarca masum insanı öldüren caninin sarışın, mavi gözlü bir Norveçli, üstelik dindar bir hıristiyan ve de İslâm düşmanı olduğu anlaşıldı. Bazı Alman yayın organlarında yer alan ifadesinde Anders Breivig, Avrupa’yı müslümanlar ve komünistlerden temizlemek için bu katliamı yaptığını söylüyor. Bir müslüman olarak bu haberi okuyunca tehlikenin bize uzanan boyutuna ikinci bir dehşetle öğrenmiş olduk.

Norveç gibi sakin, sessiz, diğer Avrupa ülkelerine kıyasla, göçmenlere karşı daha müsamahakâr bir ülkenin sarışın, mavi gözlü, hıristiyan yerlisi Anders Breivig... Siyah saçlı, esmer tenli, adı Ahmet, Mehmet, Abdullah değil... Ne evvelden müslüman, ne de sonradan müslüman... Saf kan bir Norveçli hıristiyan...

Peki nasıl olabilir?.. Sarışın, mavi gözlü ve Avrupalı bir hıristiyan eşittir terörist... İşte bu, bizim bildik, “İslâm ve Terör Uzmanı” Batılıların ezberini bozar, iddialı oldukları bir alanla ilgili paradigmalarını altüst eder. Halbuki bu teoriye göre, onlarca insanın hayatına mal olan, Norveç’deki kanlı saldırıyı müslüman kimlikli birileri yapmalıydı ki, yazılı, sözlü ve görüntülü Batı medyası topyekün bir taaruza geçmeli ve nihayet İslam eşittir terör, müslüman eşittir terörist denklemi geçerlilik kazanmalıydı. Fakat olmadı... Çok şükür ki olmadı!

Daha onlar gözlerini bize çevirmeden, biz müslüman kuruluş temsilcileri olarak bilmem kaçıncı defa bir suçluluk psikozu içinde menfur olayı şiddetle kınarken, İslâm’da böylesi eylemlere asla yer olmadığının altını çizerek kendimizi ifade edecektik. Müslümanlar olarak şimdi yine, hangi din veya milliyetten olursa olsun ve hangi gerekçeye dayanırsa dayansın, terörün here türlüsünü şiddet ve nefretle kınıyoruz.

Müslüman/Türk ailevî meselelerden dolayı elini kana bularsa, İslam’la bağdaştırılıyor. Alman/Hıristiyan aynı cürümü işlerse, “Psikolojik Bunalım” oluyor. Şimdi de, tamamıyla farklı siyasî düşünceye ve dinî inanca mensup kesimlere karşı uzun zaman planlanmış bir profesyonel kanlı terör eylemcisini, “ruhî dengesi bozuk” birisi olarak takdim etmek; göz boyamak değilse, kendinden olan teröriste bir başka kılıf uydurmaktır.

Böylesi durumlarda bizden beklenen refleksin bir benzerini de Hıristiyan-Avrupa’dan, müslümanları temizlemek uğruna onlarca masum insanın hayatına son veren Norveçli teröristle aynı dine mensup olanlardan, gayet anlaşılır bir ifadeyle kınama beklemek bizim de hakkımız... Tepeden tırnağa hem faşist hem de müslüman düşmanı Norveçli teröriste, “Haçlı Cihadist” desek yeridir! Bu hıristiyan teröristten hareketle, “bütün hıristiyanlar da potensiyel İslâm düşmanı ve teröristtirler” desek, doğru söylemiş olmayız. Bu tip canilerle sadece aynı dine mensup olmaktan öte ortak noktaları olmayan ezici çoğunluklara haksızlık yapmış oluruz.

-Fakat dünyanın herhangi bir yerinde müslüman kimlikli bir terörist eylem yaptığında, biz müslümanları töhmet altında bırakan, teröristle bizi aynı karede görmeğe ve göstermeğe çalışan bir Batı var...

-Doğrudur!

-Terör ve terörist tanımında da biz, onların yaptığı gibi, din ve milliyetine göre ayırım yapmayacak, her türlü terörü ve teröristi lanetlemeğe devam edeceğiz. Budur bizim farkımız...

Mahmut Aşkar

 
  Kac Kisi vardi Sitemde? 2 Besucher (4 Hits) brudaydi..  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden