TÜRKİYE CANIM FEDA

   
  ATiB HÖCHST MEVLÂNA CAMii
  Yakup Tufan
 

FRANSA’NIN GARABETİ VE TÜRKİYE’NİN İSTİKBALİ

Fransa meclisi yeni bir garabet daha göstererek ‘inkar yasası’ çıkardı. Çeşitli Bizans oyunlarıyla tarihi yargıladı.Yalnız tarihi yargılamak, olayları tersyüz etmekle kalmadı, ifade ve düşünce hürriyetlerini de ortadan kaldırdı. Kelimenin tam anlamıyla insan hakları ayaklar altına alındı. Bu garabet Fransa tarihine mutlaka kara bir leke olarak gececektir.

Özellikle Mösyö Sarkozy’nin başa gelmesiyle birlikte, Fransa’da yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve İslam düşmanlığı arttı. Fransa’da yaşayan ve ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutulan 5 milyon Müslüman, inandığı gibi yaşayamaz, istediği gibi giyemez, düşündüğü gibi konuşamaz oldu. Çifte standartlar ve garabetler ülkesi haline gelen Fransa’da; demokrasi, inanç, düşünce ve ifade hürriyeti ayaklar altına alındı.

Tarihe gelince; Fransız siyasetçileri önce kendileri bir aynaya baksınlar. Emperyalist düşünce ve sömürü uğruna dünyanın muhtelif coğrafyasında, özellikle Ortadoğu, Asya ve Afrika’da, ne tür cinayetler işlendi, zulüm ve zalimlikler yapıldı, önce bunlar bir ortaya çıkarılsın. Anlaşılan odur ki, Fransız siyasetciler ‘en iyi savunma taaruzdur’ mantığından hareket etmekteler.

Yüzyıllarca 72 milleti adalet, barış ve huzur içerisinde yaşatan Osmanlı Devleti’ni yıkan kimlerdi? Osmanlı Ülkesi’ni işgal eden emperyalist devletler kimlerdi? Sömürgeci emelleri uğruna Anadolu’da azınlıkları kullanan, onları silahlandıran ve devlete isyana sevk edenler kimlerdi? Kısacası 1915 olaylarının esas müsebbibi kimlerdi? Bütün bu olaylarda Fransa’nın rolü neydi? Başta Sarkozy ve Fransız siyasetcileri önce bu sorulara cevap versinler.

Ne garip iştir ki, tarihte Türkler’e karşı yapılan zulüm ve soykırımlar hiç gündeme gelmez. Milyonlarca Türk’ün Balkanlar ve Kafkaslar gibi bir çok bölgede maruz kaldıkları zulüm ve soykırım ne hikmetse hiç bir kimse tarafından konuşulmaz. Niçin 1.ve 2. Dünya Savaşı sırasında yer ve yurdundan edilen Türkler araştırılmaz? Neden kışta kıyamette hayvan vagonlarına bindirilerek sürgüne gönderilen Ahıska Türkleri konu olmaz? Niçin çoğunun yollarda açlık ve sefillik çekerek yok olduğu Kırım Türkleri, kimsenin umurunda olmaz? Neden Doğu Türkistan Türkleri’nin yaşadıkları acı olaylar ele alınmaz. Niçin Dağlık Karabağ’da, Hocalı’da Azerbaycan Türkleri’ne karşı yapılan katliamların hesabı sorulmaz ve suçlular cezanlandırılmaz? Bu soruların cevabını kim verecek? Başta Mösyö Sarkozy olmak üzere, onun garabet ehli milletvekilleri ve sanatörler biraz da bu işlerle uğraşsalar doğru olmaz mı?

İslam zulüm ve soykırımı reddeder. Haksız yere bir insanı öldürmeyi, bütün insanlığı öldürme kabul eder. İslam her bir insanı Allah’ın yarattığı ‘eşrefi mahluk’ olarak görür. Osmanlı İmparatorluğu tebasına bu anlayış üzere muamele etmesini bilmiştir. Asırlarca 72 milleti barış, huzur ve adalet içerisinde yaşatmasını başarmıştır. Şimdi Osmanlı’nın çekildiği coğrafyaya bakalım; Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da huzur ve barış, adalet ve sukunet var mı?

Türkiye’ye gelince; Cumhuriyet ilan edilince, sehven değil kasten Osmanlı’ya sırt dönülmüş ve geçmiş yok sayılmıştır. Batılı olmak hülyasıyla yüzlerce yıllık değerler ortadan kaldırılmıştır. Adeta millet köksüz ve dalsız budaksız bırakılmıştır. Siyaset ise ‘monşerlerin’ -bekle gör- anlayışından bir türlü kurtulamamıştır. Türkiye’ye karşı yapılan her haksızlık ve hukuksuzluk sineye çekilmiştir. Haklı olunan yerde susulmuş ve haksızlığa boyun eğilmiştir. Tarihte olan olaylara objektif bakılmamış, ele alıp çözümler üretilmemiştir. Aksine sükut edilmiş ve kafa kuma gömülmüştür. İşte asıl meselenin kaynağu budur.

Ben barıştan yanayım. Toplumların huzur ve kardeşlik içerisinde yaşamalarından yanayım. Emperyalist emeller uğruna milletler ve toplumların bir birlerine hasım edilmesine ve kırdırılmasına karşıyım. Savaşlar, acı ve göz yaşından başka bir şey getirmiyor. İşte savaşın gerçek yüzü; Irak, Afganistan, Çeçenistan, Filistin ve diğerleri...

Sarkozy’nin şahsi hesapları uğruna İslam, Müslüman ve Türkiye’ye karşı hasımhane tutum ve davranışları asla kabul edilemez. Kin ve nefretten beslenenler, Türkiye düşmanlığını sektör haline getirenler bilsinler ki, keskin sirke önce küpüne zarar verir. Kin ve nefret hiç kimseye fayda sağlamaz.

Sözün hülasası şu: Fransa’nın garabetine karşı verilen tepki doğru fakat yeterli değildir. Türkiye’nin ‘1915 olayları’ soykırım değildir demesi de yetmez. Bununla ilgili doğru belgeler de ortaya konması lazımdır. Gerçeklerin günyüzüne çıkarılması lazımdır. Anadolu’da işgal güçleri ve onun destekçilerinin Türk halkına, Müslüman ahaliye karşı yaptıkları mezalim de ortaya çıkartılmalıdır. Aklıselim tarihçiler, uzmanlar ve söz sahipleri işe koyulmalıdırlar. Araştırma merkezleri ve üniversitelerde kürsüler kurulmalıdır. Geniş çaplı ve neticeye götüren çalışmalar yapılmalıdır. Yoksa soy kırım iddaları ve inkar yasalarının sonu gelmez. Türkiye’nin başı dertten kurtulmaz...

Türkiye’nin istikbali reaksiyonda değil aksiyonda yatmaktadır. Artık birilerininden çekinmeye veya birilerini beklemeye gerek yoktur.

___________________

 

GÖÇÜN 50. YILINDA AVRUPA’DA RAMAZAN

 

“ Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.“ (Bakara /183)

 

Mübarek Üç Ayların sonuncusu ve ON BİR AYIN SULTANI Ramazan-ı Şerif’e kavuşmanın sevinç ve heyacanını yaşamak, -nerede olursa olsun- Ümmet-i Muhamed için ayrı bir mutluluk kaynağıdır. Ramazan ile birlikte gelen nimet ve ihsan; bir mesuliyeti de birlikte getirmektedir. Tabiyatıyla Ramazan, müminlere ayrı bir mesuliyet  yüklemektedir. Allah’ın verdiği bunca nimete ve ihsana karşı elbette müslümanların, müminlerin bir mesuliyeti olması lazımdır. Bu noktada müslümanlar, kendilerine verilen  nimetin ve üzerlerinde bulunan mesuliyetin farkında olmaları lazımdır. Hayat tarzı bu şuur ve anlayış içerisinde  düzenlemeli, amel ve muameleler bu çerçevede yapılmalıdır.

 

Türk toplumu 50 yıldan beri Avrupa’da. Anadolu insanı 50 yıldır bu topraklarda Ramazan’ı  yaşıyor ve oruç tutuyor. Bu zaman zarfı içerisinde, çok acılı günler yaşandı ve çok sıkıntılı Ramazanlar geçirildi. Çok zor şartlar altında oruçlar tutup, Teravih Namazları kılındı. Kimi zaman  yapa yalnız oruçlar açıldı,  tek başına Teravih Namazları kılındı. Kimi zamanlar -etrafı yüksek duvarlar veya tel örgülerle çevrili- işçi yurtlarında, üç beş kişi bir araya geldi, birlikte  iftar yapıldı ve birlikte namaz kılındı. O günler bir başkaydı, o Ramazan bir başka...

 

“O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur’an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de hasta, yahut yolculukta ise ise tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredesiniz”. (Bakara/185)

 

 

 Acısıyla, tatlısıyla(?) aradan 50 yıl geldi geçti. Anadolu’nun Avrupa’ya gelen o günün yağız delikanlıları, al yazmalı gelinleri; oğula, kıza, toruna karıştı bugün. İşçi yurtları koridor veya bodrumlarında kılanan Teravih Namazları, meydanlarda yada Kiliselerde kılınan Bayram Namazları, artık tarih oldu. Kimsiz kimsesiz yapılan safurlar, yapa yalnız açılan iftarlar, artık mazide kaldı. Şimdi müminler; çoluk çocuk, genç, ihtiyar -hep birlikte yüzlerce insan-, cami ve cemiyetlerde iftar açıyorlar. Artık kendi açtıkları cami ve mescitlerinde Teravih Namazları kılıyorlar. Huşu içerisinde ibadet yapma imkanı buluyorlar. Bir çok yerde Bayram Namazları  kubbeli, minareli, görkemli camilerde kılınıyor şimdi. Bir zamanlar -acı gurbet- olarak tabir edilen Avrupa, vatan  oluyor şimdi. 50 yıl önce Anadolu’dan gelen Türkler; kendini bu topraklarda yalnız, kimsesiz ve garip hissetmiyorlar artık. Anadolu Avrupa’ya taşınıyor; gurbet vatan oluyor...

 

Ramazan; bir ihsan, bir nimet, bir bereket ayı olduğu gibi, aynı zamanda da bir tefekkür, bir muhasebe ve bir muhakeme ayıdır. Bunca nimet karşısında müslümanların tefekkür etmeleri lazımdır. Kendilerini muhakeme,  fiil ve amallerini muhasebe etmeleri gerekir.Bu muhakeme, bu muhasebe bizzati her müslümanı içerisine alır. Aynı zamanda, etkili ve yetkili konumda olanları ve onların mahiyeti altında bulunan; cami, cemiyet, kurum ve kuruluşları da içerisine alır, başka bir bakış açısından. Daha doğrusu alması lazımdır. Bu noktadan hareketle; Avrupa’da faaliyet gösteren dernek, teşkilat, kurum ve kuruluşlar, cami ve cemiyetler, -kurum veya birim olarak-,  Mübarek Ramazan-ı Şerif’i bir fırsat bilerek, mutlaka bir muhakeme ve bir muhasebe yapmaları gerekir.

“İslam beş esea üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmek, namz kılmak, Ramazan orucu tutmak, Kabe’ye haccetmek, zekat vermek” ( Tirmizi, İman 3/2612)

 

Bugün herkesin düşünmesi ve toplum olarak kendimize sormamız lazım: Acaba, ihsan ve bereket yüklü, avfu mağfiret dolu Ramazan günlerini hakkıyla değerlendiriyor muyuz? Diyalog ayı, sosyal yardımlaşma ayı ve dayanışma ayı olan Ramazan’ın tam şuuruda mıyız? Dostluk, kardeşlik ve komşuluğu geliştirmek; önyargıları, peşin hükümleri, ortadan kaldırmak için tam bir fırsat olan Ramazan-ı Şerif’ten azami istifade edebiliyor muyuz?

Bugün; hala- şu veya bu sebepten ötürü- toplumun dışında kalmış, camiye veya cemiyete yabancı olan, -hatta muhalif olan-, hiç bir yere üye olmayan, hiç bir yerle  bağlantısı bulunmayan inanlar var. Bunları veya buna bezer insanları,  grupları, aileleri, cami ve cemaate kazanmak için Ramazan’da hangi planmız ve nasıl bir proğramımız var?

 
Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz”. (Tirmizi, Savm 82,(807); İbni Mace, Sıyam 45,(1746)

 

Öte yandan, birlikte yaşadığımız Avrupa toplumunda; görgüsüzlükten, bilgisizlikten veya hazımsızlıktan kaynaklanan, korkudan ya da  kinden beslenen  bir Türk ve İslam düşmanlığı var. Yıllar yılı Avrupa Türkleri olarak bundan muzdaribiz. Ama, bu noktada; ön yargıları yıkmak, cehaleti ortadan kaldırmak, diyaloğu geliştirmek, kültür ve inanç değerlerimizi birinci elden anlatmak için, insan olarak, kurum ve kuruluş olarak, cami ve cemiyet olarak, hangi plan ve proğramız var?

 

Meseleleri detaylandırmak ve soruları çoğaltmak mümkündür. Fakat önemli olan şey, bu Ramazan- Şerif’i  bir vesiyle kılarak, geçen 50 yılın bir muhasebesi ve muhakemesini yapmaktır. Ramazan’ı hakkıyla anlamak ve onu şuurla yaşamaktır. Geçmişin hesabını çıkartmak ve geleceğin planını yapmaktır.

 

Cenette Reyyan denilen bir kapı vardır. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez”. (Tirmizi’nin rivayetinde şu ziyade var: Oraya kim girerese ebediyyen susamaz. (Tirmizi, Savm 5)

 

Bu duygu ve düşünceler içerisinde, Ramazan-ı Şerifinizi tebrik eder, Ümmet-i Muhammed başta olamak üzere, bütün insanlık alemine hayırlara vesiyle olmasını niyaz ederim...

 

Dinslaken, 11 Ramazan 1432/ 11 Agustos 2011

 

Yakup Tufan

 
  Kac Kisi vardi Sitemde? 3 Besucher (6 Hits) brudaydi..  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden